Alfred Nobel hayatı boyunca hiç evlenmemiş. Bütün hayatı ailesi ve işi arasında geçmiş.
Dinamiti bulan bir mucidin kendi adına barış ödülü vermesi sıklıkla bir “günah çıkarma” olarak ele alınır. Oysaki gerçekte olan bir günah çıkarma değil, iç hesaplaşmadır.
Alfred’in kardeşi Ludvig kalp krizi geçirir ve vefat eder. Gazetelerde haberi çıkar bu erken ölümün.
Gazetelerden biri, kardeş Nobel’in değil, Alfred Nobel’in öldüğünü açıklar yanlışlıkla.
Gazete Alfred Nobel’in ölüm ilanını, sekiz sütuna manşet; Ölüm Tüccarının Ölümü olarak duyurur.
Sonradan bir tekzip yayınlanır ama çıkan haberi Alfred Nobel de okumuştur. Kardeşini kaybetmiş olmanın duygu yoğunluğu ve yanlışlıkla yayınlanan bu haberin kendi üzerinde yarattığı etki ile Alfred Nobel de yaşam sorgulamasına girmiş olmalı ki soluğu Paris’teki Swedish-Norwegian Club(1) ‘da alır.
“Günün birinde ben de öleceğim. Geriye kalan ne olacak?”
Bu düşünceyle hemhal olduğu söylenir. Bir İsveçli olarak muhtemelen bir kadeh vodka, şnaps ya da şarap sipariş etmiş olduğunu tahmin ediyorum. Öyle bir miras bırakmalıyım ki, bundan sonra ölüm ilanımı yazan hiçbir gazeteci beni bu şekilde anmasın diye düşündüğü söylenir. (Doğrusu bu ya bence bu düşüncede bile bir kibir var!)
Bir masaya oturur ve dört sayfalık vasiyetnamesini kaleme alır. Bu vasiyetnamenin orijinalleri bugün Stockholm’deki Nobel müzesinde muhafaza edilmekte. Vasiyetnamesinde ölümünden sonra kalacak olan mirasının; fizik, kimya, edebiyat ve barış alanlarında başarılı olmuş, ilhâm vermiş kişilere destek olmak ve takdir etmek üzere ödül verecek bir vakıf kurulması için kullanılmasını ister. Alfred Nobel’in fizik ve kimya alanında ödül verilmesini istemesi gayet doğaldır zira kendisi de bu alanlarla haşır neşir olmuştur, hayatı boyunca bilimle iç içedir. İyi bir entelektüeldir. Şiir ve edebiyata meraklıdır. Çok kitap okur ve özellikle şiire saygısını daima vurgular. Bu sebeple Nobel edebiyat ödülü verilmesini de arzu eder… Ancak Nobel ödüllerinin belki de en anlamlısı olan Barış ödülü verilmesini istemesinin arkasında Bertha var.
Alfred Nobel, işlerine yardımcı olması için bir asistan aramaktadır. Gazeteye ilan verir: Orta yaşlı bir kadın asistan aradığını ilan eder. Bertha Von Suttner ilana başvurur ve kabul edilir. Sadece 8 gün sonra Bertha bir mektup bırakarak işten ayrılır. Ailesinin kabul etmemesi nedeni ile ayrılmak zorunda kaldığı sevgilisine döner. Daha sonra Bertha evlenir ve Avusturya’ya taşınır ancak tüm bu süreç boyunca Alfred ile arkadaşlıkları devam eder ve yıllarca mektuplaşmayı sürdürürler. Bertha dünyada barışın hüküm sürmesi için çaba sarfeden bir aktivisttir. Fikirlerini kaleme aldığı bir kitap yazar: Lay all your arms – Silahları Bırakın!
Alfred’in Bertha ile olan ilişkisinden etkileşimle Nobel ödülleri için bir de barış kategorisinde ödül vermek istediği istediği söylenir. Dinamiti icad eden kişi için bu bir PR (halka ilişkiler) çalışması mıdır yoksa yürekten bir katkı mıdır bilmek mümkün değil ama Alfred Nobel vasiyetnamesinde yaklaşık 265 milyon dolarlık servetinin bu amaçla kullanılmasını arzu eder. Öyle ya da böyle Bertha’nın fikirleriyle Alfred Nobel’i etkilediği aşikârdır.
Peki bu hikaye nereden aklıma düştü?
Geçenlerde evde oturmuş İsveç viskisi Mackymra Grönt Te yudumlarken, üreticinin nasıl ve ne zaman yola çıktığını merak ettim. Mühendislik fakültesini bitiren sekiz arkadaş bir gelenek olarak her yıl Salen’de bir dağ evinde buluşmaya başlamışlar. Bir seferinde herkes birer şişe viski alıp gelmiş buluşmaya. (Doğrusu bu ya aklıma Maltın Günü buluşmaları geldi. Altın günü gibi her birimiz birer şişe viski alır giderdik buluşmaya. Zaten grubun adını da o yüzden Maltın Günü olarak seçmiştik). Bu buluşmada, her viski sever grubun yaptığı gibi: “Neden İsveç viskisi yok ki?” sorusunu tartışmışlar. Tanıdık geldi mi? Bir tadım grubunda bir araya gelip de “Neden biz Türk viskisi üretmiyoruz ?” diye sormayan var mı? Bizim neden üretemediğimiz ayrı bir konu ama bu İsveçli arkadaş grubu, bu müstesna fikri hayata geçirmek için kolları sıvamış ve 1998 yılında kendi damıtımevlerini kurmuşlar. Çok özet olarak artık bir dünya markası olan Mackymra’nın ortaya çıkış hikayesi bu kadar sade.
Aklımdan bunlar geçerken ve İsveç tarihi üzerine internette dolaşırken düştü önüme Bertha Von Suttner’ın hikayesi. Benim kaleme aldığım hikayeyi her ne kadar çoğunluk Alfred Nobel’in hikayesi olarak dile getirmiş olsa da bence anlatılan hikaye Bertha’nın hikayesidir. 2010 yılı yapımı Christopher Nolan filmi Inception‘da (Başlangıç) geçen şöyle bir repliği hatırlıyorum: “Fikir, bir virüs gibidir. Dirençli. Oldukça bulaşıcı. Fikrin en küçük tohumu bile büyüyebilir. Sizi tanımlamak veya yok etmek için büyüyebilir.”
Bir insanın inandığı fikirler için mücadele etmesi ve o düşüncesini geliştirmek için sürekli olarak çalışmasından daha doğru bir şey olabilir mi?
Hepimizin peşinden koşacağı bir fikri olsun yeter! Çünkü fikrin en küçük tohumu bile büyüyebilir. Bizi tanımlamak ya da yok etmek için…
Mackymra Grönt Te tadım notlarım için buraya tıklamanız yeterli.
(1) Bu klüp bugün hala Cercle Suédois adı altında hizmet vermeye devam eder. Paris’e yolunuz düşerse adresi şu şekildedir [Cercle Suédois, 242 Rue de Rivoli, 75001 Paris]