Modern felsefenin en önemli isimlerinden birisi de şüphesiz Edinburgh’lu David Hume’dır. Aydınlanma felsefesinin ikonik ismi Immanuel Kant’ın; beni derin dogmatik uykularımdan uyandıran kişidir dediği David Hume, ampirizmin yani deneyselcilik akımının temsilcilerinden.
Bana soracak olursanız; yaklaşık 2000 sene boyunca felsefe ve bilim dünyasının kaldırmayı başaramadığı Aristoteles’in düşünsel cenazesini Descartes ile başlayan süreçte kaldıran kişilerden birisidir. Bilginin kaynağında tecrübe olduğunu söyleyen Hume, “hakikât / gerçek” arayışında yol göstermeye çalışan, özünde Platon’cu (Platonik) pek çok görüşü kelimenin tam anlamıyla aforoz etmekle kalmayıp, Rum ateşiyle yakmış filozoflardan birisidir.
İnsan Doğası Üzerine Bir İnceleme (A Treatise of Human Nature) ve İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Bir Soruşturma (An Enquiry Concerning Human Understanding) adlı eserlerinde, özetle insanın deneyimleri neticesinde elde ettiği bilginin kendi zihinsel sınırlarını nasıl çizdiğinden bahseder. İnsanın neyi, ne kadar ve “en önemlisi” nasıl bileceğini araştırır. Zihinsel hallerimizin tümünü ifade etmek için kullandığı “algılar” ister duyularımız isterse de tutkularımızla harekete geçirilmiş olsun zihnimizde farklı izlenimler ve idealar yaratır.
Yani işittiğimiz, kokladığımız, tattığımız, arzuladığımız andaki algılarımız zihnimizde farklı izlenimler yaratır. Bu izlenimler de geçmiş ve şimdiki deneyimlerimizden bağımsız değildir. Hume bunu şöyle açıklar; algılamanın neticesinde mevcut olan bir yarayı hissetmek bir izlenim, bu yarayı hatırlamaksa bir idea’dır.
Şimdi gelelim asıl konumuza:
Hume’un bu bakış açısını viski tadımından ne algılıyoruz meselesine indirgersek şöyle açıklamak mümkündür:
Bir viskiyi kokladığında turba kokusunu almak bir izlenimdir ama o turba kokusunun çocukluk çağında baba ocağında otururken yanan kömür sobasının etrafında buluşmuş aile saadetini hatırlatıyor olması bir idea’dır. Zihnimizde oluşan izlenimler güçlüdür ancak onların akıl yürütmedeki soluk yansımaları birer idea’dır.
1775 yılında ölmüş olan Hume’un bir şarap sever olduğunu bilmekle birlikte viski konusunda günümüzün çeşitliliğine yetişemediği kesindir. Fakat eğer yetişebilseydi ve içtiği viskinin tadım notlarına erişebilme şansımız olsaydı, zannederim algıdan ziyade izlenime önem verirdi.
Neden böyle düşünüyorum?
Hume, tadını hiç bilmediğimiz bir yiyeceğin zihnimizde bir algı ve dolayısıyla da bir izlenim oluşturamayacağını söylemekte. Dolayısıyla tüm idelerimiz, örneğin turbalı bir viski içtiğimizde bizi alıp geçmişteki bir anımıza götüren anlık algılarımız karşılığında bir izlenime sahip değilse, yansıtmayla o algıyı zihnimize yerleştirir.
Zihnimize yerleşen bu algı bir haz, bir acı, arzu, nefret (hiç olmasını istemem), ümit ya da korku gibi izlenimler olabilir. Velhasıl o an içinde bulunduğumuz halet-i ruhiye neyse ona uygun bir izlenim oluşur.
Sonuç olarak; bence Hume eğer viski tadım notu yazsaydı, algıları değil ama izlenimlerini yazardı. Bir viskinin kokusu, tadı bizde hangi soluk anıları uyandırdı onu kaleme alırdı. Böylece zihin coğrafyamızın sınırlarını geliştir belirginleştirirdi.
Eğer algıladıkları herhangi bir izlenim yaratmıyorsa, o an içinde elde edilebilecek algının yaratacağı izlenimi haz perspektifinden ele alırdı. An içindeki refleksiyonu dillendirirdi.
Yapmaya çalıştığım şey de tam olarak budur.
İzlenim varsa zihinsel coğrafyamın sınırlarını belirginleştirmek, izlenim yoksa o coğrafyanın sınırlarını genişletmek.
Okuyarak, dinleyerek ama bizzat deneyimleyerek, sınır tanımayarak zihinsel haz coğrafyasının içinde yolcu olmak tam da ampirist bir deneyimdir.
Ez Cümle;
David Hume; tadım notu yazsaydı zannederim;
- İçtiği viskinin kalitesine takılmazdı ama hatırlattıklarını kaleme alırdı
- Deneyimlediği anın kalitesini artırmak için eşlikçilerine de odaklanırdı
- Eşlikçinin esas odak noktasını gölgelememesi için özel bir çaba harcardı
- Asıl derdi viski değil, viskinin hatırlattıkları ya da hatırlatacakları olurdu
- Yaşamın bütününde hoş izlenimler yaratmak için çabalardı
- Her anı kucaklamanın, oluşacak her yeni algıda güçlü izlenimler yaratmasına aracılık edeceği düşüncesiyle heyecan duyardı.
…ve eminim ki içtiği viskiyi iyi ya da kötü diye tanımlamaz, algıdan izlenime giden bir kapı olarak bakardı…